ÎMAN:
İman sözlükte tasdik
demektir.
Kur'an-ı Kerim'de şöyle
buyurulmaktadır: "Sen bize iman edici değilsin'' (Yusuf, 17); yani bizi doğrulayıcı
değilsin. Bu kelime be ve lam harfleri ile mef'ul alır (geçişli olur). Yüce
Allah'ın şu buyruklarında olduğu gibi: "Sizin dininize uyanlardan
başkasına inanmayın. "(Al-i İmran, 73); "Musa'ya ... inanmadı"
(Yunus, 83)
Haccac b. Haccac
el-Ahvel (Zikku'l-Asel lakaplı) rivayetle dedi ki: Katade'yi şöyle derken
dinledim: Ey adem oğlu, eğer sen hayrı ancak isteyerek severek yapmak istiyor
isen şunu bil ki senin nefsin usanmaya, yorulmaya ve tahammülsüzlüğe meyyaldir.
Fakat asıl mü'min zor gelse dahi katlanandır. Asıl mü'min, buna karşı kendisini
güçlendirendir. Asıl mü'min işi sıkı tutandır. Şüphesiz ki mü'minler
* * *
İnanmak. "Allahu
tealadan başka mabud, ilah olmadığına, Muhammed s.a.v.'in O'nun kulu ve Resulü
olduğuna" ve O'nun Allahu teala'dan getirdiklerine kalb ile inanıp dil ile
söylemek ve azalarla amel etmektir.
İBN-İ HACER EL-ASKALANİ’NİN İMAN’A
DAİR AÇIKLAMASI İÇİN TIKLA
KURTUBİ TEFSİRİNDE: İMAN İÇİN TIKLA
İMAN’IN ÇEŞİDLERİ:
Îmân-ı Gaybî: Allahü
teâlânın zâtı, sıfatları, âhiret, melekler, Cennet, Cehennem, Mîzân, Sırat gibi
gözle görülmeyen şeylere görmeden inanmak.
Îmân-ı Hakîkî: Kalbe
yerleşen, şüphe ve tereddüd karşısında hiç sarsılmayan îmân.
Îmân-ı Hılkî: Allahu
teâlâ bütün rûhları yarattığı zaman, onlara: "Ben sizin Rabbiniz değil
miyim?" diye sorduğunda, bütün ruhların "Belâ" yâni evet diyerek
Allahü teâlânın Rab olduğunu kabûl edip inanmaları.
Îmân-ı İcmâlî: Kısaca
inanmak, Nebi s.a.v. Allahu teâlâdan ne bildirmiş ise, hepsine inandım, demek.
Îmân-ı İstidlâlî: İslâm
dîninin îmân ve ibâdet bilgilerini, emir ve yasakları bir âlimden veya kitaptan
okuyup, öğrenerek, bilerek inanmak.
Îmân-ı Kâmil: Olgun
îmân. Mu'minlerin ibâdet ederek Allahu teâlânın emirlerini yapıp, haramlardan
kaçınmak sûretiyle, parlayan, kuvvetli ve olgun îmânı. En üstün derecedeki
îmân.
Îmân-ı Kesbî: Bir
kimsenin âkıl (akıllı) ve bâliğ olduktan (ergen, gusül, boy abdesti alacak yaşa
geldikten) sonra ettiği îmân.
Îmân-ı Makbûl:
Mu'minlerin (Nebi s.a.v.'in söylediklerinin hepsini beğenip kalben kabûl
edenlerin) îmânı.
Îmân-ı Ma'sûm: Nebi
s.a.v.'in îmânı.
Îmân-ı Merdûd:
Münâfıkların (dilleri ile inandıklarını söyleyip kalben inanmayanların) yalnız
dil ile söyledikleri îmân. (Bkz. Münâfık)
Îmân-ı Metbû: Meleklerin
îmânı.
Îmân-ı Mevkûf: Ehl-i bid'atin
(yanlış, bozuk inançta olanların) îmânı.
Îmân-ı Şühûdî: Basîret
(kalb gözü) ile müşâhede ederek, görerek olan îmân.
Îmân-ı Tafsîlî: Îmân
edilecek şeyleri ayrı ayrı öğrenerek, bilerek îmân.
Îmân-ı Taklîdî: Bir
hocadan veya kitaptan okuyup öğrenmeden ana, babasından ve etrâfından görüp
işittiği gibi inanmak.
Îmân-ı Yakînî: Sağlam,
sarsılmayan, şüphe ve tereddüt bulunmayan îmân, îtikâd.
İMAN VE İMAN’IN
ŞU’BELERİ